Her gün işe giderken yolumun üzerinde oturan evsiz bir adam



Paramparça hâlimle ayakta durabilmek için kasaba kütüphanesinde yardımcı görevli olarak işe girdim.
Sessiz, kimsenin dikkatini çekmeyen bir işti.

Kitapları rafa diziyor, yazıcı sıkışmalarını açıyor, aralarda ağlamamaya çalışıyordum.

Onu ilk orada gördüm.

İlk hafta sadece yanından geçtim.

Kütüphane kapısının yanındaki bankta oturan yaşlı bir adamdı.

Ellerinin titrediğini fark ettim.

Önce soğuktandır sandım.

Sonra başını kaldırdı ve yüzündeki ifadeyi gördüm.

Korku.
Gerçek korku.

“Lütfen bugün eve gitme,” dedi.

Sonra adımı söyledi.

Mideme bir yumruk yemiş gibi oldum.

“Adımı sana hiç söylemedim,” dedim.
“Beni nereden tanıyorsun?”

Yutkundu.

“Kız kardeşinin yanında kal.”

“Bu gece evinde uyuma,” dedi.
“Bir akrabada, bir arkadaşta… neresi olursa.”

Ensem buz kesti.

“Bir kız kardeşim olduğunu nereden biliyorsun?”

“Yarın anlatırım,” dedi yorgun bir gülümsemeyle.
“Bunu böyle öğrenmeni istemezdim. Daha çok canını yakar.”

“Ne öğreneceğim?” diye çıkıştım.
“Sen kimsin?”

Gözleri yumuşadı.

“Eşinle ilgili,” dedi.
“Onun hakkında.”

Boğazım düğümlendi.

“Eşim öldü,” dedim fısıltıyla.

“Biliyorum,” dedi.
“Bu yüzden buradayım.” Ayağa kalktı..devamı..

Haftalardır ağır ağır yürüyen adam, şimdi kararlılıkla uzaklaştı.

Ama adımı biliyordu.
Kız kardeşimi biliyordu.
Eşimin adını…

Otobüs geldiğinde binmedim.
Bir sonrakiyle kız kardeşimin mahallesine gittim.

Kapıyı pijamasıyla açtı.

“Bu gece burada kalabilir miyim?” dedim.

Hiç soru sormadan kenara çekildi.

Geceyi neredeyse hiç uyumadan geçirdim.

Sabah olunca, kütüphane kapalı olmasına rağmen oraya yürüdüm.

Banktaydı.

Bu kez gazete yoktu.

“Bana güvendiğin için teşekkür ederim,” dedi.

Yanına oturdum.

“Anlat,” dedim.

“Eşini tanıyordum,” dedi.
“Yıllar önce.”

Kanıtladı.
Söylediği detaylar… kimsenin bilmediği şeylerdi.

Sonra gerçeği anlattı.

Eşimin, yıllar önce dünyaya gelmiş bir çocuğu vardı.
O çocuk artık yalnızdı.

Sosyal hizmetler eve gelmişti.

Bu yüzden beni o gece eve göndermemişti.

Elime bir zarf verdi.
İçinde bir mektup vardı.

Eşimin el yazısıyla…

“Sen benim evimdin.
Zamanım yetmedi.
Eğer kalbini açabilirsen minnettar olurum.
Açamazsan da, seni sevmiş olmaktan pişman değilim.”
Mektubu göğsüme bastırdım.

Sonra telefon ettim.
Konuşmak istedim.

O çocuğu yok saymadım.

“Şimdi eve gidiyorum,” dedim yaşlı adama.
“Ve kapı çalındığında açacağım.”

Derin bir nefes aldı.

“Sözümü tuttum,” dedi.

“Hiç gerçekten evsiz kaldın mı?” diye sordum.

Zor yıllar geçirdiğini söyledi.
Ama beni izlemek için bankta oturduğunu da…

Ayağa kalktım.

“Teşekkür ederim,” dedim.

Her zamanki gibi fısıldadı:

“Kendine iyi bak, kızım.”

Bu kez kelimelerin içime işlemesine izin verdim.

“Deneyeceğim,” dedim.
“Ve eğer yapabilirsem… o çocuğa da bakacağım.”

Banktan uzaklaştım.

Keder hâlâ ağırdı.
Ama artık yalnız değildim.

Bir mektup, bir çocuk ve arife günü sözünü tutan bir yabancı vardı.
Reklamlar