Her gün işe giderken yolumun üzerinde oturan evsiz bir adam

Gri saçları vardı, başında yün bir bere, üstünde eskimiş kahverengi bir ceket…
Parmakları açık eldivenler takıyordu.
Hep aynı katlanmış gazeteyi okuyordu.

İkinci hafta çantamda birkaç lira buldum, önündeki karton bardağa bıraktım.

Başını kaldırdı.
Gözleri beklediğimden daha canlı ve keskindi.

“Kendine iyi bak, kızım,” dedi.

Ertesi gün ona bir sandviç ve ucuz bir çay getirdim.

“Evde yaptım,” dedim. “Pek süslü değil.”

İki eliyle aldı.

“Sağ ol,” dedi.
“Kendine iyi bak, kızım.”

Bu, aramızda sessiz bir ritüele dönüştü.

Otobüsten iner, paylaşabildiğim ne varsa ona uzatırdım.
Garip bir şekilde, insanların söylediği bütün “çok güçlüsün” cümlelerinden daha çok işe yarıyordu bu.

O hep başını sallardı.

“Kendine iyi bak, kızım.”

Aralık ayı geldi.
Kasaba yavaşladı.
Kütüphaneye çocuklar girdi çıktı, sokaklar sessizleşti.

Ben ise her akşam bana fazla büyük gelen eve döndüm.

Arife günü soğuk acımasızdı.

Evde eski bir polar battaniye buldum, bir termosa çay doldurdum, sandviç yaptım, birkaç kurabiyeyi poşete koyup çantama attım.

Bankta oturuyordu.
Omuzları düşüktü, gazete dizlerinden sarkıyordu.

“Biraz takviye getirdim,” dedim.

Battaniyeyi dizlerine serdim, termosu uzattım.
Reklamlar